Seksenlerin sonu ve doksanların başında, temelleri amerika'da atılan death metal müzik dünyasına bomba gibi düşmüş, ardı ardına kurulan death metal grupları birbiri ardına albüm yayınlamaya başlamıştı. özellikle 1990 ile 1993 arası, death metalin en sağlam dönemlerinin yaşandığı yıllardı. deicide lideri glenn benton bir rock yıldızıydı, death metal parçalarına klipler çekiliyor, amerikan kongresinde bile tartışılan ve yasaklanan cannibal corpse gibi kimi gruplar, bu eleştiri ve yasaklanmalarla bir yandan da fark ettirmeden reklam yapmış oluyorlardı. seksenlerin ortalarından sonlarına doğru metal müziğin en ateşli kolunu oluşturan thrash metal, yerini death metale bırakıyordu. morbid angel, obituary, cannibal corpse gibi gruplar death metalin amerika kolunu oluşturuyor, çiğ ve direkt bir saldırganlıkla, en sert ve en hızlı müziği yapmaya çalışıyorlardı. death metal o derece öne çıkmıştı ki, ünlü gitarist joe satriani bile kült death metal grubu possessed'e albüm kayıtlarında destek vermişti. ardından çıkan death, cynic, atheist gibi gruplar ise bu kolun daha teknik ve karmaşık yönünü icra ediyor, kaliteyi arttırıyorlardı. özellikle morbid angel ve death kendine özgü riff yapılarıyla ve kimseninkine benzemeyen düzenlemeleriyle ileride çıkacak olan neredeyse tüm death metal gruplarını etkiliyorlardı. bu etki öylesine büyük olabiliyordu ki, ardarda gelen iki notadan ya da tek bir ritm kalıbından bile morbid angel tadı alınabiliyordu. zamanla gruplar hep daha hızlı, daha sert, daha teknik olma çabası ile zaten uçlarda bir müzik olan death metalin ekstremlerini zorlamaya başladılar.amerika'da tüm bunlar olurken, avrupalı gruplar da boş durmuyorlardı elbette. ingiltere napalm death ve carcassı death metal dünyasına sunarken, özellikle isveç'ten türeyen gruplar bu kolun avrupa'daki en büyük temsilciliğini yapıyorlardı. entombed, at the gates, unleashed, grave, unanimated, tiamat, therion, house of usher, dismember ve merciless gibi grupları, hemen arkasından çıkan dark tranquillity, in flames, edge of sanity, eucharist gibi gruplar takip ediyor, death metal isveç'ten ve özellikle de göteborg'dan tüm avrupa'ya yayılmaya başlıyordu.
avrupa'da yapılan death metal, amerika'daki halinin aksine daha melodik, daha sanatsal, piyano ve bazı yerel enstrumanların da katılımıyla daha elit bir görüntü çiziyordu. florida death metalinin çok büyük çoğunluğunda şiddet, kan ve gore tarzda lirikler ile yine bu tarz albüm kapakları göze çarparken, avrupalı grupların sözlerinde ve kapaklarında yıllar geçtikçe daha sanatsal ve hayal gücü destekli bir ifade şekli görülebiliyordu. avrupa metalinde melodinin ve sanatsal kaygıların ön plana çıkması, bence bu kıtanın çok daha eskilerine, avrupa'dan çıkan klasik müzik dehalarına kadar uzanır. tümü avrupalı olan bach, mozart, beethoven, chopin, strauss gibi isimler düşünüldüğünde, avrupa'nın sanatsal ve kültürel anlamdaki üstülüğü ve arayışı zaten ortada. bu nedenle de metal müziğin daha sanatsal olan halinin amerika'da değil deavrupa'da doğması çok da şaşılacak bir şey değil.
avrupalı albümlerden bahsederken görebiliyoruz ki; isveç'ten çıkan en önemli gruplardan entombed'un left hand path albümü hem isveç, hem florida death metalini, hem de norveç black metalini dahi etkilemeyi başarmış çok önemli bir albüm oluyor, seksenlerin başında almanya'dan çıkıp amerikan thrash metal gruplarını etkileyen kreator gibi, entombed da death metal alanında pek çokları için çığır açıyordu. at the gates, soğuk melodileri ve benzersiz ritmleriyle tüm isveçli gruplara yıllar boyu yürüyüp faydalanabilecekleri bir yol çiziyor, jonas ve anders björler kardeşler, dan swanö, johan edlund, christofer johnsson, mikael akerfeldt, niklas sundin ve jesper strömblad gibi dehalar; daha sonradan yaratacakları şaheserler öncesinde yeni yeni metal müziğe adım atıyorlardı. zamanla at the gates, dark tranquillity, edge of sanity ve in flames ön plana çıkarken, her gün yüzlerce grup da müzikal kariyerlerine başlıyor, ancak onlarcası yukarıda adı geçen grupların taklitçisi olmaktan öteye geçemiyorlardı. at the gates birbiri ardına çıkardığı albümlerle bu türün en önemli ilham kaynağı olurken, kardeş gruplar sayabileceğimiz dark tranquillity ve in flames de daha melodik bir tarzı benimseyerek death metalin isveç'teki 3 büyük grubu haline geliyorlardı.başını göteborglu grupların çektiği bu akım yıllar geçtikçe çok farklı elementlerle donatılarak, sürekli bir yenilik arayışına girdi. başlarda formül basitti. isveçliler'den başka kimsenin yazamadığı türde melodiler, bu melodileri destekleyen enerjik riff'ler, hızlı bir tempo ve yırtıcı bir vokal. aslına bakılırsa bu türün oluşumunu sağlayan belki de en önemli etken iron maiden'dı. melodi konusunda döneminin çok önünde bir grup olan maiden, bu tür grupların da en büyük ilham kaynağıydı. hatta kimilerine göre “iron maiden'a brutal vokal eklemek” ve biraz hızlandırmak, bu türü açıklamak için yeterliydi. bir hayli uzun bir süre boyunca bu tarz yüzlerce grup türedi. birbirlerinin kopyası olanlar arasından fırlayanlar adlarını sağlam şekilde duyurabiliyordu.adeta bir ülkenin ismiyle anılan bu müzikte, bahsedilen bu ülkeden çıkmak tabii ki çok büyük bir avantajdı. plak şirketlerine demo yollayan gruplar, isveçli olmaları ile adeta şirketlerin gözünde artı bir puanla başlıyorlardı. hatta yıllar süresince durum öyle bir hal alacaktı ki,isveçli'yse iyidirgibisinden genel bir yargı bile yerleşecekti müzikseverlerin kafalarına. özellikle göteborg; bu konunun en güçlü kalesi konumundaydı. at the gates, in flames ve dark tranquillity gibi üç devin çıktığı bu çok da büyük olmayan şehir, sanki içme suyunda farklı bir şeyler varmışçasına bir grup üretme merkezigibi çalışacaktı yıllar boyunca. doksanların ilk yarısının sonlarına doğru yaşanan patlamadan sonra, gruplar adeta fışkırmaya başlamıştı. bu arada kimi öncü gruplar farklı arayışlar içine girerek farklı olma çabası dahilinde, kuralları sanki önceden belirlenmiş bu müziğin dışına çıkmaya, farklı müzikal tadlar kullanmaya başlamışlardı. önceden saydığımız üç büyük grubun yanına eklenecek öncü gruplardan bazıları ilk albümlerini yayınlamışlar ve müzik dünyasında önemli etkiler bırakmışlardı. opeth bu gruplar için çok önemli bir örnek olarak gösterilebilir.bu ana kadar çıkan türün başyapıtlarına baktığınızda, bu müziği araştıran herkes tarafından ortak şekilde telaffuz edilen dört, beş albümle karşılaşıyoruz. akla ilk gelenler in flames'in akıl almaz bir yaratıcılıkla bezediği ve kimilerince hala hiçbir zaman aşılamayacağı düşünülen the jester race ve yine in flames imzası taşıyan whoracle ile, dark tranquillity'nin başyapıtı the gallery; her zaman bu türün anayasalarından olarak kabul edilmişlerdir. bu üç melodik albümün yanı sıra, bir adet de riff tabanlı albüm yine bu türün en önemlileri arasında görünüyordu ve her ne kadar melodik yanları olsa da, bu türün melankolik yanından çok saldırgan tavrını benimseyen gruplar için tam bir ders niteliğideydi. bu albüm tabii ki at the gates'in death metal şaheseri slaughter of the soul'dan başkası değildi. at the gates bu albüm ile kariyerini noktaladıktan sonra, yüzlerce başka grup hem de farklı ülkelerden- "slaughter of the soul ;yi çıkarmak için uğraştı ve anders björler'in formülünü neredeyse hiç değiştirmeden kullandı. artık göteborg sound'u yerine at the gates sound'udiye bir tabir bile çıkmıştı. riff yapılarından vokal kullanımına pek çok grup at the gates'in çizdiği benzersiz yoldan faydalanıyordu.zamanla bu tür gittikçe kendini geliştirdi ve yıllar geçtikçe daha çok satar oldu. burada bunun nedenlerine bakacak olursak, sebebi olduka basit bir etmen ile özetleyebiliriz:melodibilindiği gibi müzikte melodinin önemi ve etkisi oldukça güçlüdür. iyi bir melodi on yıllar geçse de akıldan silinmez ve ilk duyuşta hemen hatırlanır. incelediğimiz türe bakacak olursak iron maiden'ın yazdığı kendine özgü melodilerle nasıl benzersizleştiğini, europe'ın sadece tek bir melodiyle the final countdown- nasıl efsane olduğunu, helloween'in neşeli melodileriyle nasıl akıllara kazındığını görebiliriz. melodik şeyler bu yüzden daha kolay dinlenirler ve bu sayede akla hızlı kazındığından, daha çabuk sevilirler. bu sebepten dolayı da, melodik isveç death metali oldukça fazla dinlenen ve satan bir tür olmuştur hep. ancak bunun yanında, yıllar boyunca fark edilen bir şey daha olmuştu isveç'te. ülkeden çıkançok iyi gruplar sadece death metalle sınırlı kalmıyordu. power metalden ( lost horizon) progresif metale ( pain of salvation), thrash metalden ( the haunted) grindcore'a ( nasum), black metale ( naglfar) bu ülke insanının müziğe yeteneğinin olduğu açıktı. ve bu bağlamda, metal müzikte görülmeye başlanan yeni bir akım başladı. şirketlerin de çok hoşuna giden ve satış konusunda olumlu bir yaklaşım olan metalin her türünden parçalar barındırangruplar çıkmaya başladı. melodik death metal başlayan bir şarkı birden güçlü bir clean vokalle ve coşkun klavyelerle bambaşka bir havaya bürünürken, metal müziğin farklı türlerinden hoşlanan pek çok kişinin de bir yönünden dolayı sevebileceği bir müzik ortaya çıkıyordu ve bu şekilde albümün pazar payı ve ulaşacağı kitle otomatik olarak artıyordu.
avrupa'da yapılan death metal, amerika'daki halinin aksine daha melodik, daha sanatsal, piyano ve bazı yerel enstrumanların da katılımıyla daha elit bir görüntü çiziyordu. florida death metalinin çok büyük çoğunluğunda şiddet, kan ve gore tarzda lirikler ile yine bu tarz albüm kapakları göze çarparken, avrupalı grupların sözlerinde ve kapaklarında yıllar geçtikçe daha sanatsal ve hayal gücü destekli bir ifade şekli görülebiliyordu. avrupa metalinde melodinin ve sanatsal kaygıların ön plana çıkması, bence bu kıtanın çok daha eskilerine, avrupa'dan çıkan klasik müzik dehalarına kadar uzanır. tümü avrupalı olan bach, mozart, beethoven, chopin, strauss gibi isimler düşünüldüğünde, avrupa'nın sanatsal ve kültürel anlamdaki üstülüğü ve arayışı zaten ortada. bu nedenle de metal müziğin daha sanatsal olan halinin amerika'da değil deavrupa'da doğması çok da şaşılacak bir şey değil.
avrupalı albümlerden bahsederken görebiliyoruz ki; isveç'ten çıkan en önemli gruplardan entombed'un left hand path albümü hem isveç, hem florida death metalini, hem de norveç black metalini dahi etkilemeyi başarmış çok önemli bir albüm oluyor, seksenlerin başında almanya'dan çıkıp amerikan thrash metal gruplarını etkileyen kreator gibi, entombed da death metal alanında pek çokları için çığır açıyordu. at the gates, soğuk melodileri ve benzersiz ritmleriyle tüm isveçli gruplara yıllar boyu yürüyüp faydalanabilecekleri bir yol çiziyor, jonas ve anders björler kardeşler, dan swanö, johan edlund, christofer johnsson, mikael akerfeldt, niklas sundin ve jesper strömblad gibi dehalar; daha sonradan yaratacakları şaheserler öncesinde yeni yeni metal müziğe adım atıyorlardı. zamanla at the gates, dark tranquillity, edge of sanity ve in flames ön plana çıkarken, her gün yüzlerce grup da müzikal kariyerlerine başlıyor, ancak onlarcası yukarıda adı geçen grupların taklitçisi olmaktan öteye geçemiyorlardı. at the gates birbiri ardına çıkardığı albümlerle bu türün en önemli ilham kaynağı olurken, kardeş gruplar sayabileceğimiz dark tranquillity ve in flames de daha melodik bir tarzı benimseyerek death metalin isveç'teki 3 büyük grubu haline geliyorlardı.başını göteborglu grupların çektiği bu akım yıllar geçtikçe çok farklı elementlerle donatılarak, sürekli bir yenilik arayışına girdi. başlarda formül basitti. isveçliler'den başka kimsenin yazamadığı türde melodiler, bu melodileri destekleyen enerjik riff'ler, hızlı bir tempo ve yırtıcı bir vokal. aslına bakılırsa bu türün oluşumunu sağlayan belki de en önemli etken iron maiden'dı. melodi konusunda döneminin çok önünde bir grup olan maiden, bu tür grupların da en büyük ilham kaynağıydı. hatta kimilerine göre “iron maiden'a brutal vokal eklemek” ve biraz hızlandırmak, bu türü açıklamak için yeterliydi. bir hayli uzun bir süre boyunca bu tarz yüzlerce grup türedi. birbirlerinin kopyası olanlar arasından fırlayanlar adlarını sağlam şekilde duyurabiliyordu.adeta bir ülkenin ismiyle anılan bu müzikte, bahsedilen bu ülkeden çıkmak tabii ki çok büyük bir avantajdı. plak şirketlerine demo yollayan gruplar, isveçli olmaları ile adeta şirketlerin gözünde artı bir puanla başlıyorlardı. hatta yıllar süresince durum öyle bir hal alacaktı ki,isveçli'yse iyidirgibisinden genel bir yargı bile yerleşecekti müzikseverlerin kafalarına. özellikle göteborg; bu konunun en güçlü kalesi konumundaydı. at the gates, in flames ve dark tranquillity gibi üç devin çıktığı bu çok da büyük olmayan şehir, sanki içme suyunda farklı bir şeyler varmışçasına bir grup üretme merkezigibi çalışacaktı yıllar boyunca. doksanların ilk yarısının sonlarına doğru yaşanan patlamadan sonra, gruplar adeta fışkırmaya başlamıştı. bu arada kimi öncü gruplar farklı arayışlar içine girerek farklı olma çabası dahilinde, kuralları sanki önceden belirlenmiş bu müziğin dışına çıkmaya, farklı müzikal tadlar kullanmaya başlamışlardı. önceden saydığımız üç büyük grubun yanına eklenecek öncü gruplardan bazıları ilk albümlerini yayınlamışlar ve müzik dünyasında önemli etkiler bırakmışlardı. opeth bu gruplar için çok önemli bir örnek olarak gösterilebilir.bu ana kadar çıkan türün başyapıtlarına baktığınızda, bu müziği araştıran herkes tarafından ortak şekilde telaffuz edilen dört, beş albümle karşılaşıyoruz. akla ilk gelenler in flames'in akıl almaz bir yaratıcılıkla bezediği ve kimilerince hala hiçbir zaman aşılamayacağı düşünülen the jester race ve yine in flames imzası taşıyan whoracle ile, dark tranquillity'nin başyapıtı the gallery; her zaman bu türün anayasalarından olarak kabul edilmişlerdir. bu üç melodik albümün yanı sıra, bir adet de riff tabanlı albüm yine bu türün en önemlileri arasında görünüyordu ve her ne kadar melodik yanları olsa da, bu türün melankolik yanından çok saldırgan tavrını benimseyen gruplar için tam bir ders niteliğideydi. bu albüm tabii ki at the gates'in death metal şaheseri slaughter of the soul'dan başkası değildi. at the gates bu albüm ile kariyerini noktaladıktan sonra, yüzlerce başka grup hem de farklı ülkelerden- "slaughter of the soul ;yi çıkarmak için uğraştı ve anders björler'in formülünü neredeyse hiç değiştirmeden kullandı. artık göteborg sound'u yerine at the gates sound'udiye bir tabir bile çıkmıştı. riff yapılarından vokal kullanımına pek çok grup at the gates'in çizdiği benzersiz yoldan faydalanıyordu.zamanla bu tür gittikçe kendini geliştirdi ve yıllar geçtikçe daha çok satar oldu. burada bunun nedenlerine bakacak olursak, sebebi olduka basit bir etmen ile özetleyebiliriz:melodibilindiği gibi müzikte melodinin önemi ve etkisi oldukça güçlüdür. iyi bir melodi on yıllar geçse de akıldan silinmez ve ilk duyuşta hemen hatırlanır. incelediğimiz türe bakacak olursak iron maiden'ın yazdığı kendine özgü melodilerle nasıl benzersizleştiğini, europe'ın sadece tek bir melodiyle the final countdown- nasıl efsane olduğunu, helloween'in neşeli melodileriyle nasıl akıllara kazındığını görebiliriz. melodik şeyler bu yüzden daha kolay dinlenirler ve bu sayede akla hızlı kazındığından, daha çabuk sevilirler. bu sebepten dolayı da, melodik isveç death metali oldukça fazla dinlenen ve satan bir tür olmuştur hep. ancak bunun yanında, yıllar boyunca fark edilen bir şey daha olmuştu isveç'te. ülkeden çıkançok iyi gruplar sadece death metalle sınırlı kalmıyordu. power metalden ( lost horizon) progresif metale ( pain of salvation), thrash metalden ( the haunted) grindcore'a ( nasum), black metale ( naglfar) bu ülke insanının müziğe yeteneğinin olduğu açıktı. ve bu bağlamda, metal müzikte görülmeye başlanan yeni bir akım başladı. şirketlerin de çok hoşuna giden ve satış konusunda olumlu bir yaklaşım olan metalin her türünden parçalar barındırangruplar çıkmaya başladı. melodik death metal başlayan bir şarkı birden güçlü bir clean vokalle ve coşkun klavyelerle bambaşka bir havaya bürünürken, metal müziğin farklı türlerinden hoşlanan pek çok kişinin de bir yönünden dolayı sevebileceği bir müzik ortaya çıkıyordu ve bu şekilde albümün pazar payı ve ulaşacağı kitle otomatik olarak artıyordu.